NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُسَدَّدٌ
حَدَّثَنَا
يَحْيَى عَنْ
إِسْمَعِيلَ
بْنِ أَبِي
خَالِدٍ حَدَّثَنَا
عَامِرٌ
قَالَ أَتَى
رَجُلٌ عَبْدَ
اللَّهِ بْنَ
عَمْرٍو
وَعِنْدَهُ
الْقَوْمُ
حَتَّى جَلَسَ
عِنْدَهُ
فَقَالَ
أَخْبِرْنِي
بِشَيْءٍ
سَمِعْتَهُ
مِنْ رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَ سَمِعْتُ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَقُولُ
الْمُسْلِمُ مَنْ
سَلِمَ
الْمُسْلِمُونَ
مِنْ لِسَانِهِ
وَيَدِهِ
وَالْمُهَاجِرُ
مَنْ هَجَرَ
مَا نَهَى
اللَّهُ عَنْهُ
Âmir dedi ki; etrafında
bir topluluk varken Abdullah bin Amr (r.a.)'e bir adam gelip yanına oturdu ve; Bana
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den işittiğin bir şey söyle. dedi.
Bunun üzerine (Abdullah şöyle) dedi: Ben Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'i (şöyle) buyururken işittim; "Gerçek müslüman, müslümanların
(onun), elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Gerçek muhacir de Allah'ın
yasakladığı şeylerden uzak kalan kimsedir."
Diğer tahric: Buhârî,
İman, rikâk; Müslim, iman; Tirmizi, kıyâme; imân, Nesâi, iman; Dârimî, rikak, ;
Ahmed b. Hanbel, II, 160, 163,
187, 191, 192, 195, 205, 206, 209, 212, 215, 224, 379; III, 154, 372,
440; IV,. 114, 385, VI, 21, 22.
AÇIKLAMA:
Bilindiği gibi mutlak
lafız, kemaline masruf olduğundan, metinde geçen "el-müslim"
kelimesiyle kâmil müs-lümanlar kasdedilmiştir. Yoksa "müslümanların
elinden ve dilinden emin olmadığı kimseler müslüman değildir" demek
istenmemiştir. Bazı ilim adamları ise, "o zaman, elinden ve dilinden
müslümanların emin olduğu kimselerin hepsinin kâmil müslüman olması
icabeder" diyerek bu görüşe itiraz etmişlerse de onlara; "buradaki
kâmil müslimden maksat, müslümanların elinden ve dilinden emin olmaları
yanında, İslâmın diğer emirlerini de yerine getiren ve yasaklarından kaçınan
müslüman kasdedilmiştir" diye cevap verilmiştir.
Gerçekten Araplar,
"Alim Zeyd'dir", "mal devedir" dedikleri zaman;
"Kâmil âlim Zeyddir", "en iyi mal devedir" demek isterler.
Hadis ulemasının ileri gelenlerinden el-Hattâbî bu cümleye, "Müslümanların
en faziletlisi Allah'ın hukuku ile kulların hukukunu hakkıyla edâ eden
kimsedir" diye mânâ vererek bütün bu incelikleri belirtmek istemiştir.
Bazılarına göre ise, bu
cümle ile bir kimsenin müslümanlığının alâmetleri kasdedilmiştir. Nasıl ki
"konuşunca yalan söylemek, verdiği sözden dönmek, emânete hıyanet
etmek" bir münafığı tanımaya yarayan alâmetlerse[bk. Müslim, imân]
müslümanların bir kimsenin elinden ve dilinden emin olmaları da o kimsenin
müslüman olduğunun alâmetidir.
Ayrıca bu cümle ile
müslümanları Allah'ın emirlerini hakkıyla yerine getirmeye teşvik manası da
kasdedilmiş olabilir. Çünkü kulların hakkına riâyet eden ve onları incitmeyen
bir kimsenin Allah'ın hakkına öncelikle riâyet etmesinden daha tabii birşey
olamaz. Binaenaleyh, bu hadiste müslümanların hakk ve hukukuna riâyete teşvik
edilmekle, ondan daha önemli olan Allah'ın hukukunun öncelikle yerine
getirilmesi gerektiği vurgulanmak istenmiş olabilir.
Metinde geçen
"müslümanlar" kelimesiyle müslüman erkeklerle birlikte tağlib yoluyla
bütün müslüman kadınlar ve müslümanların idaresinde yaşayan bütün zımmîler
kasdedilmiştir. Bu bakımdan kâmil bir müslüman eliyle ve diliyle müslüman
erkekleri incetmediği gibi müslüman kadınları ve zımmileri de incitmez.
însanyı bütün duygu ve düşüncelerine tercüman olması itibariyle hadisi şerifte
insanın organları içerisinden özellikle "dil" zikredildiği gibi
bütün işlerin yapılmasında kendisine en çok ihtiyaç duyulması bakımından da el
zikredilmiştir.
Alkame'nin beyânına
göre zâhirr ve batmî olmak Üzere iki türlü hicret vardır.
Zahiri hicret bir
kimsenin dinini muhafaza için küfür diyarından müslüman diyarına göç
etmesidir.
Batınî hicret ise,
nefsi emmâresini ve şeytanın emir ve teşviklerini terkedip Allah'ın emirlerine
sarılmaktır. Fahr-i kainat efendimiz, vatanını terkederek bir islam Ülkesine
göçetmek isteyen kimselere, hicretin sadece yurt değiştirmekten ibaret
olmadığını, aslında hicretin dini bir mânâ ifâde ettiğini ve Allah'ın
emirlerine sarılmanın önemli bir görev olduğunu hatırlatmak maksadıyla bu
hadis-i şerifte, "Gerçek muhacir Allah'ın yasakladığı şeylerden uzak
kalan kimsedir" buyururken, aynı zamanda Mekke'nin fethinden sonra
hicretin sona ermesiyle hicrete fırsat bulamayan kimseleri de teselli
etmiştir. Çünkü hicretin asıl manası, Allah'ın yasaklarından uzak kalmakla
gerçekleşir.